31 Aralık 2012 Pazartesi
30 Aralık 2012 Pazar
" Seni diğerlerinden farksız kılmaya;
bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada
kendin olarak kalabilmek;
dünyanın en zor savaşını vermek demektir.
Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez.''
(E.E.Cummings)
Kendi savaşınızı açmalısınız,
kendi düşüncelerinizin uğruna.
Düşünceleriniz yenilse bile,
dürüstlüğünüz
zafer çığlıkları atmalıdır
bunun için.
(Nietzsche)
________________
''İnlemek isteyen, ellerini açıp yalvarmak isteyen tüm korkak şeytanları kovun içinizden,'' diye bağırdığımda,''Zerdüşt tanrısızdır,'' diye bağırıyorlar.
Özellikle de boyun eğmeyi öğretenler bağırıyorlar böyle;
oysa tam da onların kulaklarının içine bağırmayı seviyorum ben : Evet! Benim Zerdüşt, o tanrısız!
O boyun eğmeyi öğretenler yok mu!
Nerede küçük, hasta ve kabuk bağlamış bir şey varsa, sürünüyorlar oraya, bitler gibi;
ve sadece tiksindiğim için alıkoyuyorum kendimi, onları ezmekten.
Hadi bakalım!
Onların kulaklarına vereceğim öğüt bu: Benim Zerdüşt, o tanrısız; nerede bulurum dengimi ?
Kendi istemini kendi belirleyen ve her türden boyun eğmeyi reddeden herkes benim dengimdir.
Ah, şu sözümü anlayabilseniz: '' Her zaman istediğinizi yapın- ama önce isteyebilen birileri olun!
Her zaman, komşunuzu da kendiniz gibi sevin- ama önce, kendini seven birileri olun.''
Böyle söylüyor Zerdüşt, o tanrısız...
(Nietzsche)
bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada
kendin olarak kalabilmek;
dünyanın en zor savaşını vermek demektir.
Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez.''
(E.E.Cummings)
Kendi savaşınızı açmalısınız,
kendi düşüncelerinizin uğruna.
Düşünceleriniz yenilse bile,
dürüstlüğünüz
zafer çığlıkları atmalıdır
bunun için.
(Nietzsche)
________________
''İnlemek isteyen, ellerini açıp yalvarmak isteyen tüm korkak şeytanları kovun içinizden,'' diye bağırdığımda,''Zerdüşt tanrısızdır,'' diye bağırıyorlar.
Özellikle de boyun eğmeyi öğretenler bağırıyorlar böyle;
oysa tam da onların kulaklarının içine bağırmayı seviyorum ben : Evet! Benim Zerdüşt, o tanrısız!
O boyun eğmeyi öğretenler yok mu!
Nerede küçük, hasta ve kabuk bağlamış bir şey varsa, sürünüyorlar oraya, bitler gibi;
ve sadece tiksindiğim için alıkoyuyorum kendimi, onları ezmekten.
Hadi bakalım!
Onların kulaklarına vereceğim öğüt bu: Benim Zerdüşt, o tanrısız; nerede bulurum dengimi ?
Kendi istemini kendi belirleyen ve her türden boyun eğmeyi reddeden herkes benim dengimdir.
Ah, şu sözümü anlayabilseniz: '' Her zaman istediğinizi yapın- ama önce isteyebilen birileri olun!
Her zaman, komşunuzu da kendiniz gibi sevin- ama önce, kendini seven birileri olun.''
Böyle söylüyor Zerdüşt, o tanrısız...
(Nietzsche)
Bazı intiharlar çok uzun sürüyor
Nietzsche'nin intiharı mesela
tam elli altı yıl sürmüş!
(Metin Üstündağ)
_________________
Bir insanın insan olduğunu söyleyebilmek için,
bu insanın aslında var olmaması gereken
ama sayısız acı ve ölüm yüzünden
var oluşunun cezasını çekmekte olan
bir insan olduğunu söylemek gerekir.
Böylece bir varlıktan ne beklenebilir?
-Biz hepimiz ölüme mahkûm edilmiş
günâhkârlar değil miyiz?-
Önce yaşayarak, daha sonra da ölerek
cezamızı çekiyoruz.
Bu, dünyaya gelmemizin gerçeğidir..
(Nietzsche)
Nietzsche'nin intiharı mesela
tam elli altı yıl sürmüş!
(Metin Üstündağ)
_________________
Bir insanın insan olduğunu söyleyebilmek için,
bu insanın aslında var olmaması gereken
ama sayısız acı ve ölüm yüzünden
var oluşunun cezasını çekmekte olan
bir insan olduğunu söylemek gerekir.
Böylece bir varlıktan ne beklenebilir?
-Biz hepimiz ölüme mahkûm edilmiş
günâhkârlar değil miyiz?-
Önce yaşayarak, daha sonra da ölerek
cezamızı çekiyoruz.
Bu, dünyaya gelmemizin gerçeğidir..
(Nietzsche)
Giderek terbiyesizleşiyorsan,
hayatın ne mal olduğunu anlıyorsun demektir..
(Bob Marley)
“Ahlaksal” diye nitelenen yönetmelikler
gerçekte, insanlara karşı olup
insanların mutluluğunu kesinlikle istemezler.
Keza bu yönetmelikler
“insanlığın mutluluğu ve refahı” ile
bağıntılı olmaktan uzaktır.
(Nietzsche)
hayatın ne mal olduğunu anlıyorsun demektir..
(Bob Marley)
“Ahlaksal” diye nitelenen yönetmelikler
gerçekte, insanlara karşı olup
insanların mutluluğunu kesinlikle istemezler.
Keza bu yönetmelikler
“insanlığın mutluluğu ve refahı” ile
bağıntılı olmaktan uzaktır.
(Nietzsche)
Ezilenler arasında din adamı yoktur.
Din adamları,
ezen sınıf ya da ırkların asalağıdırlar..
(Jean Paul Sartre)
_________________________
Yalvarırım kardeşlerim, dünyaya bağlı kalın;
size dünyadakinden üstün umutlardan sözedenlere inanmayın!
Bilerek ya da bilmeyerek,
sizi zehirliyorlar onlar.
(Nietzsche)
Ve Tanrılarını,
insanları çarmıha germekten
başka türlü sevmeyi bilmiyorlardı!
(Nietzsche)
Din adamları,
ezen sınıf ya da ırkların asalağıdırlar..
(Jean Paul Sartre)
_________________________
Yalvarırım kardeşlerim, dünyaya bağlı kalın;
size dünyadakinden üstün umutlardan sözedenlere inanmayın!
Bilerek ya da bilmeyerek,
sizi zehirliyorlar onlar.
(Nietzsche)
Ve Tanrılarını,
insanları çarmıha germekten
başka türlü sevmeyi bilmiyorlardı!
(Nietzsche)
Evlilik kadınlara sunulmuş tek gerçeklik gibi;
Ya evlidir ve mutsuzdur,
ya boşanmıştır ve mutsuzdur,
ya da evlenemediği için mutsuzdur.
(Simone De Beauvoir)
Kadın henüz yatkın değildir dostluğa.
Ama söyleyin bana,
siz erkekler, hanginiz yatkınsınız ki dostluğa?
Ah erkekler,
sizin yoksulluğunuz ve gönlünüzün cimriliği !
Sizin dostlarınıza verdiğiniz kadarını,
ben düşmanıma veririm
ve yoksul da da düşmem bu yüzden.
Arkadaşlık var; dostluk da olsun !
(Nietzsche)
Ya evlidir ve mutsuzdur,
ya boşanmıştır ve mutsuzdur,
ya da evlenemediği için mutsuzdur.
(Simone De Beauvoir)
Kadın henüz yatkın değildir dostluğa.
Ama söyleyin bana,
siz erkekler, hanginiz yatkınsınız ki dostluğa?
Ah erkekler,
sizin yoksulluğunuz ve gönlünüzün cimriliği !
Sizin dostlarınıza verdiğiniz kadarını,
ben düşmanıma veririm
ve yoksul da da düşmem bu yüzden.
Arkadaşlık var; dostluk da olsun !
(Nietzsche)
En iyisi sen ol...
Dağ tepesinde bir çam olamazsan, vadide bir çalı ol;
Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir ot parçası ol, bir yola neşe ver;
Bir misk çiçeği olamazsan bir saz ol;
Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Cadde olamazsan patika ol;
Güneş olamazsan yıldız ol;
Kazanmak veya kaybetmek ölçü ile değil;
Sen her neysen, onun en iyisi ol.”
~Douglas Malloch~
Ortalaması alınmış bir ihtişamla susuyordu her şey bilakis
Susmak, birdenbire duyulan keskin bir ıslık gibi nöbette
Susmak, akan bir nehrin durup aniden yön değiştirmesi
Susmak, gurur inciten sırların imparatorluk mührü kuru
Susmak, tanrıya da bir gün kitap ineceğine inanmak gibi !
Sustular ! Çünkü hepsi suçtular !
k.iskender
''Hepimiz
kandırılmaya hazırdık, yeter ki inanabileceğimiz kadar açık bir kapı
olsun. O kapıdan girmeye teşneydik. Üstelik hepimizin buna ihtiyacı
vardı. Hepimizin biraz rezalete, ama öldürmeyecek bir rezalete,
beynimizi gerçeklik denizinden kurtarmak için dedikoduya ve iyi
düşünülmüş yalanlara ihtiyacı vardı. Düzenbazlığa tamamen kapısını
penceresini kapatan insanın yaşama şansı yoktur, olsa bile bu ağırlığın
altından kalkacak akıl sağlığı yoktur.''
Ertürk Akşun & ATEŞ , GÜNEŞ ve ADA
Ertürk Akşun & ATEŞ , GÜNEŞ ve ADA
Sorumluluk
Sorumluluk, karşılık verme anlamına gelir. Bir görev değildir. Sorumluluk kelimesinin kökenine inin: karşılık veren olmak anlamına gelir.
Sevgi bir yanıttır! Diğeri sizi çağırdığında hazırsınızdır. Diğeri sizi davet ettiğinde gidersiniz. Diğeri sizi çağırmadığında izinsiz giremezsiniz. Diğeri şarkı söylerse siz de karşılığında şarkı söylersiniz. Diğeri size elini verdiği zaman içtenlikle tutarsınız.
Sorumluluk yanıt vermeye açıklık ve hazır olma halidir.
Soyutlama
Her zaman soyut şeyleri sevmek daha basittir. İnsanları sevmektense insanlığı sevmek daha basittir çünkü insanlığı sevmekle hiçbir şeyi riske atmazsınız. Tek bir insan , tüm insanlıktan daha tehlikelidir. İnsanlık bir kelimedir, soyuttur, onu karşılayacak bir gerçeklik yoktur. İnsan bir gerçekliktir ve bir gerçeklikle karşılaştığınızda iyi günler, kötü günler, acı, zevk, mutluluk, iniş ve çıkışlar, iyi ve kötü hisler olacaktır. İnsanlığı sevdiğinizdeyse acı ya da mutluluk yaşamazsınız. Aslında, insanlığı sevmek insanlardan kaçınmanın bir yoludur çünkü insanları sevemiyorsunuzdur. Sadece kendinizi kandırmak için insanlığı sevmeye başlarsınız.
Soyutlamalardan kaçının. Her zaman değil.
| Osho |
Sorumluluk, karşılık verme anlamına gelir. Bir görev değildir. Sorumluluk kelimesinin kökenine inin: karşılık veren olmak anlamına gelir.
Sevgi bir yanıttır! Diğeri sizi çağırdığında hazırsınızdır. Diğeri sizi davet ettiğinde gidersiniz. Diğeri sizi çağırmadığında izinsiz giremezsiniz. Diğeri şarkı söylerse siz de karşılığında şarkı söylersiniz. Diğeri size elini verdiği zaman içtenlikle tutarsınız.
Sorumluluk yanıt vermeye açıklık ve hazır olma halidir.
Soyutlama
Her zaman soyut şeyleri sevmek daha basittir. İnsanları sevmektense insanlığı sevmek daha basittir çünkü insanlığı sevmekle hiçbir şeyi riske atmazsınız. Tek bir insan , tüm insanlıktan daha tehlikelidir. İnsanlık bir kelimedir, soyuttur, onu karşılayacak bir gerçeklik yoktur. İnsan bir gerçekliktir ve bir gerçeklikle karşılaştığınızda iyi günler, kötü günler, acı, zevk, mutluluk, iniş ve çıkışlar, iyi ve kötü hisler olacaktır. İnsanlığı sevdiğinizdeyse acı ya da mutluluk yaşamazsınız. Aslında, insanlığı sevmek insanlardan kaçınmanın bir yoludur çünkü insanları sevemiyorsunuzdur. Sadece kendinizi kandırmak için insanlığı sevmeye başlarsınız.
Soyutlamalardan kaçının. Her zaman değil.
| Osho |
Geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları,
yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla,
yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim
tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor.
En iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi.
Tüm umudum bundadır.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla,
yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim
tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor.
En iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi.
Tüm umudum bundadır.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
“Eğitimin
amacının zihinsel özgürlük olduğu bir dünya isterdim. Gençlerin aklını,
onları bütün hayatları boyunca nesnel kanıtların oklarından koruyacak
olan bir zırhın içine sokmamalı. Dünyanın açık kalplere ve aydın
insanlara ihtiyacı var ve bunu statik sistemlerle elde edemeyiz.”
Bertrand Russell - Eğitim
Bertrand Russell - Eğitim
1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.
2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.
3-Sevinçlerini sakın erteleme.
4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.
5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.
6-Her yemekten sonra şükret.
7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.
8-Maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.
9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.
10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.
11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.
12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.
13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.
14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..
15-seni seven insanları koru..
16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.
17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.
18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.
19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.
20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.
21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.
22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.
SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz . .
29 Aralık 2012 Cumartesi
"Evliliklerin kısa sürede tüketildiği, aşkın yoğun duygusal yanılsamalar
olarak yaşandığı, hakkında çok konuşulup gerçek anlamda çok az
anlaşıldığı, genelde yanlış yorumlayıp
yanlış yaşandığı en önemli duygularımız, sevmek ve aşık olmak. En çok da
aşık olmak ve aşka sahip olmak arasında sıkışıp kalıyor ruhlarımız, bu
kavramların anlamını bilmeden her gün delice aşkı ararken bulduğumuz an
tüketmeye başlıyoruz . Burada çok önemli bir sorun çıkıyor karşımıza:
'Sahip Olmak' sorunu. 'Sahip olmak' ve 'olmak' açılarından bakıldığında
sevmenin ikili bir anlamı olduğunu görüyoruz. Sevgiye sahip olunabilir
mi? Eğer bu olabilseydi, sevginin maddesel bir biçim alması ve onu alıp
saklamanın mümkün olması gerekirdi. Sevgi bir soyutlamadır. Gerçekte var
olan ise, sevme eylemidir. Sevmek, yaratıcı bir etkinliktir. Bir insana
ya da bir şeye ilgi duymayı, onu tanımak istemeyi, onu anlamayı,
doğrulamayı ve onun yanındayken sevinç duyabilmeyi doğurur. Bu ister bir
insan, ister bir resim, isterse bir ağaç olsun sevme eyleminin
özellikleri hiç değişmez. Sevmek, sevilen insanı ya da nesneyi
canlandırmak, onun yaşam duygusunu arttırmak anlamına gelir. Aynı
zamanda, kişinin kendisini de canlandıran, yenileyen ve hareketlendiren
bir süreçtir.
Eğer sevgi, 'sahip olmak' türünde ele alınacak olursa, kendinin kılmak, denetimi altında tutmak anlamlarına gelecek ve böylece de canlandırmak ve hareketlendirmek yerine, boğucu, engelleyici ve kısırlaştırıcı bir eylem haline dönüşecektir. Çoğu kez aşk olarak belirtilen şey, sevme beceriksizliğini ve sevememeyi gizlemek için kullanılan maskeden başka bir şey değildir. İnsanlar sevmeyi beceremediklerinde en çok aşk maskesini kullanırlar. 'Kıskanıyorum o yüzden böyle giyinmeni istemiyorum, çok aşığım o yüzden bu davranışını onaylamıyorum.' gibi cümlelerle aşk maskesi altında sevgiyi tüketirler. Denetimleri altında sevdikleri insanları boğarak, engelleyerek, sevgiye sonsuza dek sahip olma yanılsamasını yaşarlar.''
Erich Fromm | Sahip Olmak ya da Olmak
Eğer sevgi, 'sahip olmak' türünde ele alınacak olursa, kendinin kılmak, denetimi altında tutmak anlamlarına gelecek ve böylece de canlandırmak ve hareketlendirmek yerine, boğucu, engelleyici ve kısırlaştırıcı bir eylem haline dönüşecektir. Çoğu kez aşk olarak belirtilen şey, sevme beceriksizliğini ve sevememeyi gizlemek için kullanılan maskeden başka bir şey değildir. İnsanlar sevmeyi beceremediklerinde en çok aşk maskesini kullanırlar. 'Kıskanıyorum o yüzden böyle giyinmeni istemiyorum, çok aşığım o yüzden bu davranışını onaylamıyorum.' gibi cümlelerle aşk maskesi altında sevgiyi tüketirler. Denetimleri altında sevdikleri insanları boğarak, engelleyerek, sevgiye sonsuza dek sahip olma yanılsamasını yaşarlar.''
Erich Fromm | Sahip Olmak ya da Olmak
DETERMİNİZM
Determinizm, evrenin veya olayların ya da bir
bilimsel disiplinin alanına giren tüm nesne ve olayların önceden
belirlenmiş olduğu, onların öyle olmalarını zorunlu kılan birtakım yasa
veya güçlerin etkisiyle meydana geldiklerini
ileri süren öğretiye verilen addır. Kısacası, her olayın maddi veya
manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olduğunu kabul eden felsefi
görüştür.
Nedensellik ilkesi determinizmde temel ilke olarak kabul edilmektedir. Çünkü determinizme göre evrende akli bir yapı ve düzen vardır, dolayısıyla belirli nedenlerin veya durumların bilgisine sahip olunduğunda, o nedenlerin veya durumların ortaya çıkartacağı olayların bilgisini elde etmek mümkündür. Nitekim Spinoza'nın külli determinizm olarak nitelenen determinist anlayışı objektif akılcılığın ulaştığı tam ve kesin determinizm olarak nitelendirilir. Fakat determinizmin klasik öğretisini XVIII. yüzyılda Pierre-Simon Laplace ortaya koymuştur. Laplace'a göre, evrenin bugünkü durumu, önceki durumunun bir sonucu ve bundan sonraki durumunun ise bir nedenidir.
Nedensellik ilkesi determinizmde temel ilke olarak kabul edilmektedir. Çünkü determinizme göre evrende akli bir yapı ve düzen vardır, dolayısıyla belirli nedenlerin veya durumların bilgisine sahip olunduğunda, o nedenlerin veya durumların ortaya çıkartacağı olayların bilgisini elde etmek mümkündür. Nitekim Spinoza'nın külli determinizm olarak nitelenen determinist anlayışı objektif akılcılığın ulaştığı tam ve kesin determinizm olarak nitelendirilir. Fakat determinizmin klasik öğretisini XVIII. yüzyılda Pierre-Simon Laplace ortaya koymuştur. Laplace'a göre, evrenin bugünkü durumu, önceki durumunun bir sonucu ve bundan sonraki durumunun ise bir nedenidir.
Bildiğiniz üzre geçtiğimiz günlerde CERN,
Higgs Bozonu olabilecek bir atomaltı parçacık keşfettiklerini
açıklamıştı.Higgs Bozonu nam-ı diğer Tanrı Parçacığı'nın evrenin
oluşumundaki gizemleri açıklayabileceğine inanılıyor.Maddenin kütle
kazanması kainatın oluşumundaki en önemli şey belki de ve Higgs Bozonu
da inananların "kün"(ol) emri olarak tabir ettiğinin bilimsel yansıması
gibi görünüyor.Ne dersiniz?
Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı;
duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra
konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup
düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki
ağaç dikse herkes gülüyor: "Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak
mısın sen?" Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki
geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes
kendini düşünüyor. kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar
isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor...
Dostoyevski -- Budala
Dostoyevski -- Budala
"Felsefesiz yaşamak, sahip olunan bir çift
kapalı gözü açmaya hiç tenezzül etmemektir."[1] bu yüzden kullanın
gözlerinizi, göremezseniz; görenlerin söylediklerine inanmak zorunda
kalırsınız,
"Felsefeye doğru ilk adım şüphedir."[2] şüphe etmekten korkmayın ve devam edin,
"Felsefe yüksek bir dağ yoludur. Issız bir yoldur ve yukarı çıktıkca daha da ıssızlaşır. Bu yolu her kim izlerse hiç korkmamalı, her şeyi geride bırakmalı ve kış karında güvenle ilerlemelidir. Kısa süre içinde altındaki dünyayı görür; kumsalları, bataklıkları ve gözünün önünden kaybolur, düzgün olmayan noktaları düzelir, yırtıcı sesleri artık kulağına ulaşmaz. Kendisi her zaman saf ve serin dağ havasındadır ve güneşi görür, oysa aşağıdakı herkes gecenin karanlığıyla kuşatılmıştır."[3] unutmayın şüphe etmeden doğru bildiklerinizin yanlışlığına ulaşamazsınız ve gerçekleri göremezsiniz...
[1] Descartes
[2] Denis Diderot
[3] Arthur Schopenhauer
"Felsefeye doğru ilk adım şüphedir."[2] şüphe etmekten korkmayın ve devam edin,
"Felsefe yüksek bir dağ yoludur. Issız bir yoldur ve yukarı çıktıkca daha da ıssızlaşır. Bu yolu her kim izlerse hiç korkmamalı, her şeyi geride bırakmalı ve kış karında güvenle ilerlemelidir. Kısa süre içinde altındaki dünyayı görür; kumsalları, bataklıkları ve gözünün önünden kaybolur, düzgün olmayan noktaları düzelir, yırtıcı sesleri artık kulağına ulaşmaz. Kendisi her zaman saf ve serin dağ havasındadır ve güneşi görür, oysa aşağıdakı herkes gecenin karanlığıyla kuşatılmıştır."[3] unutmayın şüphe etmeden doğru bildiklerinizin yanlışlığına ulaşamazsınız ve gerçekleri göremezsiniz...
[1] Descartes
[2] Denis Diderot
[3] Arthur Schopenhauer
Belki dağlar özlemle Tanrıya yaklaşmak isteyen
taşın toprağın göklere uzamışıdır. Ama çok geçmeden yerle göğün
birleşemeyeceğini gören dağlar dizi dizi diz çöküp yalvarmaya başlarlar.
(Nermi Uygur)
Nermi Uygur kim mi?
-Türkiye’de Felsefe denilince bilinmesi gereken isimlerden
-Filozofların başarıya ulaşması için; Denemeciler gibi düşünüp
çalışmaları gerekir fikrini savundu ve bu nedenle edebiyata yöneldi
-Bu düşüncesiyle Felsefede, denemeci anlayışın öncüsü sayılır
-Türkçe dışında Almanca ve Fransızca eserleri de vardır.
-Çok değil, 7 yıl önce 2005 yılının şubat ayında aramızdan ayrıldı
-Felsefe alanında kendini geliştirmek isteyenlerin kesinlikle daha çok tanıması gereken biri.
Nermi Uygur kim mi?
-Türkiye’de Felsefe denilince bilinmesi gereken isimlerden
-Filozofların başarıya ulaşması için; Denemeciler gibi düşünüp
çalışmaları gerekir fikrini savundu ve bu nedenle edebiyata yöneldi
-Bu düşüncesiyle Felsefede, denemeci anlayışın öncüsü sayılır
-Türkçe dışında Almanca ve Fransızca eserleri de vardır.
-Çok değil, 7 yıl önce 2005 yılının şubat ayında aramızdan ayrıldı
-Felsefe alanında kendini geliştirmek isteyenlerin kesinlikle daha çok tanıması gereken biri.
Ne aradıysam zıddını buldum, doğruyu aradım
yanlışı buldum, dostumu aradım düşmanımı buldum, aramayı bıraktığımda
ise doğruların ve yanlışların ötesinde renklerin zıtlığında resmin
bütününü gördüm. Ne doğru vardı, ne yanlış, ne kötü vardı, ne iyi, her
şey olması gerektiği gibi. Her şey olduğu gibi!
* Virgina Woolf
* Virgina Woolf
Büyük
Kıtlık (İrlandaca:An Gorta Mór ya da An Drochshaol) yaygın olarak
kullanılan ismiyle İrlanda Patates Kıtlığı, İrlanda'da 1845 yılında
başlayan 1849 yılında son bulan, yaklaşık bir milyon kişinin ölümü ve
hastalanması, bir milyondan fazla kişinin de göç etmesiyle sonuçlanan
büyük kıtlık.
Kıtlığa o yıl patateslere bulaşan bir hastalık
sebep olmuştur. Yalnızca tarladaki değil ambarlardaki patateslerin de
çürümesi sonucu 5 yıl sürecek bir açlık felaketi ile sonuçlanmıştır.
Osmanlı Yardımı
Adadaki İngiliz ablukası sonucu kötüleşen kıtlık için dönemin Osmanlı
Padişahı I. Abdülmecit'nin erzak dolu gemiler gönderek İrlanda halkına
yardım ettiği savunulur.
Gemilerin Drogheda limanına yanaştığı
kabul edilir.Türkiye'yi ziyaret eden ilk İrlanda cumhurbaşkanı olan
Mary McAleese, Türkiye ziyareti sırasında bu olayı doğrulamıştır .
Ayrıca Osmanlı arşivlerinde konu ile ilgili belgeler bulunmaktadır.
Kesin
olan, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmeyen çocukların ileride zorluk
çekecekleri.Çocukların bazen anne - babalarının istedikleri gibi
davranmamaları, onların potansiyel birer suçlu olduklarını göstermez.
Çünkü her çocuk bir değer sisteminin içinde büyümeli ve yetişkinlerin
olaylara yaklaşım biçimlerinden kendi tecrübelerini edinmeli. Genelde
yalan söyleyerek karşılarındaki insanın düşünce dünyasına
girmeye çalışırlar ve ne yazık ki küçük çocuklar tüm insanların
kendileri gibi düşündüklerini sanırlar.Yaklaşık 4 yaşından sonra diğer
insanlardan farklı düşünceler geliştirirler.Uzmanlara göre; bilinç bu
yaşta oluşmaya başlıyor. Bundan dolayı çocukların ilk yalanlarının bu
?roller oyunu?nun dönemine denk gelmesi bir tesadüf değil. Bu dönemde
sadece başkalarının düşüncelerini benimsemekle kalmayıp aynı zamanda
onların kişiliğine de bürünmeye çalışıyorlar. Baba - anne - çocuk
dünyasında günlük olarak yaşananları daha sonra oyuncak ayılar, bebekler
veya komşunun köpeği ile tekrar canlandırıyor ve bu yaşta uçsuz
bucaksız bir hayal dünyasına sahip oluyorlar.Çocukların ilk yıllarında
sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara
manevi değerler öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü istenilen
sosyal düşünce ve davranış biçimini özümseyebilmek için kendilerini
güvende hissetmeleri gerekir. Oldukları gibi sevildiklerini ve
anlaşıldıklarını bilmeliler.Sürekli doğru olmayan davranışlarda
bulunduğunu hisseden çocuk zamanla içine kapanır ve bir süre sonra artık
erişilemez hale gelir. Bu, çocuğunuzun her şeyi yapmasına izin
vereceğiniz ve üstüne bir de doğru olmayan davranışları için onu
ödüllendireceğiniz anlamına gelmiyor.Hemen tepki göstermeyinEbevenyler
çocuklarına, yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka uygun bir dille
söylemeliler. Ancak yolunda gitmeyen şeyler için büyük hayalkırıklıkları
yaşamak için henüz erken. Anne - babaların, çocuklarının
davranışlarının bir suç değil de, bir gelişme safhası olduğunu bilmeleri
onları rahatlatır. Her çocuk doğru davranmak ister. Hiçbir şey onun
için anne - babası tarafından kabul görmek kadar önemli değildir. Tüm
davranışlarını onları mutlu etmeye ve takdir almaya odaklar. Tabii buna
karşılık onların hoşuna gitmeyecek her türlü eylemi de sakınır. Elbette
bunların terbiyeli olmakla hiç ilgisi yok. Çünkü bu yaştaki çocukların
davranışlarında henüz bir anlam mevcut değildir. Sitemizin
ayrıcalıklarından yararlanabilmek ve linkleri görebilmek için üye
olmalısınız Kayıt OL or Giriş yap döneminin onlara getirdikleri
çerçevesinde hareket ederler. Dünyaya karşı sınırsız bir merak içinde,
elleri ile onu tanımak, ağızları ile onu kavramak isterler. İstenmeyen
bir davranışın sonucunda gelen bir şaplağa veya başka bir cezaya karşı
çocukta, davranışları ile annesinin elini bağdaştıran bir korku gelişir.
Sonuç olarak, çocuk istenildiği gibi davranır! Ama onu anlayışla
karşıladığınızı ve davranışını anladığınızı bu şekilde
öğretemezsiniz.Sizi örnek alırlarİlk etapta anne - babanın oluşturduğu
örnek, çocukların duygu ve düşüncelerini geliştiriyor. Otobüste giderken
engelli bir kadının bindiğini görüp sizden yer istemediği halde
yerinizden kalkıyorsanız, kişiliğinizi ortaya koymuş olursunuz. Bu
davranış çocuğunuzun ileride yaşam biçimini belirlemesinde yardımcı
olur. Elbette onun örnek alacağı tek insan siz değilsiniz, ama ilk
yıllarında en önemli kişi siz olacaksınız. Düşünceleriniz ve
davranışlarınız çocuğunuz tarafından özümsenir ve onda gelişir. Burada
önemli olan ne kadar mükemmel olduğunuz değil, çocuğunuzun sizi gördüğü
dünyada ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunuzdur. İşte bu da onun görüp
daha sonra benimseyeceği temel davranış biçimidir.En iyi kriter
sizsiziniz İlk yıllarda, düşündükleriniz ve hissettikleriniz
çocuklarınız için yol gösterici olacaktır. Çocukların çok hassas
antenlere sahip olduklarını unutmayın: Söylediklerinizle, demek
istedikleriniz uyuşmadığında bunu kolayca anlayabilirler.Çocuğunuzu toz
pembe bir gözlükle görmeye çalışın. Onun güzel yanlarına odaklanın,
yolunda gitmeyen davranışlarını görmemeye çalışın. Sık sık ona, onu
olduğu gibi sevdiğinizi ve kabul ettiğinizi gösterin. Manevi değerlerin
temelini oluşturmak için, ona ilk yaşam yıllarında anlayış ve Sitemizin
ayrıcalıklarından yararlanabilmek ve linkleri görebilmek için üye
olmalısınız Kayıt OL or Giriş yap gösterin ve onu sınırsız sevin.Ona
yetişkinlerin değerler sistemine alışabilmesi için zaman tanıyın.
Çocuğunuzu sevdiğiniz ve dikkate aldığınız takdirde sizin davranışınızı
örnek alacaktır. Onu döverek veya başka türlü cezalar uygulayarak ancak
tam tersini elde edebilirsiniz.Önemli olan, manevi değerleri günlük
yaşamınızda uygulamanız. Bir çocuk, ailesinde kimsenin diğerinin sözünü
bölmediğini ve yanlış davranışların alay konusu olmayacağını görürse bu
yaklaşımı benimser.Büyüdükçe çocuklar arkadaşlarından ve televizyondan
da etkilenmeye başlar. Öğrendiği bazı davranış şekilleri sizin vermek
istediklerinizle örtüşmeyecektir. Bundan dolayı bu tarz faktörlerin
etkilerini azaltmaya çalışın
BATI ORTAÇAĞI
(…..)
Tek
bir ortaçağ yok, ortaçağlar var. Toplumlar eşit ve benzeri süreçlerden
geçmemiştir. Toplumları geniş şemalar halinde ele alan homojen zaman
çizelgeleri sosyal ve ekonomik tarihin en önemli noktalarını gözden
kaçıracaktır. VIlI. yüzyılda İslâmın
yükselişe geçtiği dönemlerde Latin Batı’da bir bozgunun devir teslimi
yapılıyordu. Germanik barbar halkların tozu dumana kattığı ortamda
Roma’nın yıpranmış doğal haritasını yenisiyle değiştirmek asırlar
sürecekti.
Ortaçağların
yalnızca ruhani iktidarların ve dünyevi otoritelerin gölgesi altında
geçtiğini düşünmeyelim. Toprağa bağlı geleneksel kasaba yaşamında mutlak
bir denetimin olmayacağı açıktır. Evrensel amaçlar peşinde koşan Kilise
ile bağımsız orta sınıfların keskin mücadelesi siyasi tarih açısından
incelenmeye değerdir. Örfi hukukun çatısı altında meşruiyet, laik
siyaset ve parlamento gibi kavramlar yavaş yavaş belirginlik
kazanıyordu. Feodal yapı ve kurumların ‘geri ve durağan’ gibi sıfatlarla
geçiştirilmesi Batı toplumlarının önemli bir aşamasını gözden
kaçırmamız demektir.
Ortaçağ,
antikçağların güçlü bir yorumcusu ve modern bilimlerin kurucusudur.
Modern bilim ve felsefenin kökenleri XV. ve XVI. yüzyıl İtalyan
Rönesansı ile anılmaya değer olsa da, “yeniden doğuş” XII. ve XIII.
yüzyıllarda Paris, Oxford, Cambridge, Bologna, Padua gibi şehir
merkezlerinde lonca halinde teşkilatlanan üniversitelerde gerçekleşti.
İslam bilginleri Kahire, Bağdat, Şam, Endülüs okullarında teoloji,
metafizik, mantık, tıp, astronomi, cebir, geometri, gramer dersleri
veriyordu. Toledo’daki çeviriler sayesinde farklı diller ve kültürler
kaynaşmıştı. Hem Hıristiyan Batı’da, hem İslam Doğusunda birbirinden son
derece farklı mezhep, akım ve düşünce sistemleri içiçe örülüyordu.
Yahudi, Hıristiyan ve İslam dinlerı ilk defa uygarlığın gerçek bir
taşıyıcısı ve aktarıcısı rolüne bürünmüştü.
(….)
Taşkın Takış
O
çağı yaşayan İtalyanlar’ın Trecento ve Quattrocento (Bin üç yüzlü ve
bin dört yüzlü yıllar) olarak adlandırdıkları değişim ve dönüşüm dönemi,
XIX. yüzyılın mistik Fransız tarihçisi Jules Michelet’nin kalemiyle
Rönesans olarak vaftiz edilecektir. Ölümü içselleştirme çabası içinde
her yerde ölüm ve yeniden doğum gören Michelet, devasa eseri Fransa
Tarihi’nin VII. cildine La Renaissance başlığını uygun görmüştür. O
zamana kadar duyulmadık bu adlandırma, Michelet’nin açısından ölmüş bir
dönemin canlanmasını ifade etmektedir. O çağı yaşayanlar da bunu aynen
böyle hissetmişlerdir. Nitekim o çağın insanlarından biri, Rönesans
döneminin bir İtalyan rahibi, kendi çağıyla Antikite arasında yer alan
dönemi bir ara dönem, hatta olmaması gereken bir dönem olarak görerek,
ona Medio Evo (Ortaçağ) adını vermiş, böylece onu ötekileştirmiştir.
Mehmet Ali Kılıçbay
Yedi bilgenin sözlerinden
yedi bilgenin sözlerinden6
lindos'lu7 kleobulos diyor ki : ölçü en iyi şey.babayı saymak gerek.dinlemeyi sevmeli.gevezeli değil.turdaşlara en iyiyi öğütleri vermeli.hazza hükmetmeli.zorla hiç bir şey yapmamalı.çocukları eğitmeli.halka karşı olana düşman gözü ile bakmalı.kişi dengi ile evlenmeli;daha yükseği efendi olur,akraban değil.
atina-lı solon diyor ki : hiç bir şeyde aşırı olma.keder doğuran haz-dan kaç.çabuk dost edinme,edindiklerini de çabuk gözünden düşürme.hükmedilmeyi öğrenerek hükmetmeyi bileceksin.yurtdaşlara en hoşa gideni değil en iyiyi sağlık ver.görünmeyenleri görünenlerden çıkar.
ısparta-lı khilon diyor ki : kendini bil8.dostların ziyafetlerine yavaş git,felaketlerine koşa koşa.düğünleri sade yap.ölmüşleri bahtlı diye öv.kendinden yaşlıyı say.tutkuya hakim ol.yasalara uy.haksızlığa uğrarsan barış.hakarete uğrarsan öç al.
milet-li tales diyor ki : kefaletin yoldaşı felaket.kötü yoldan zengin olma.babadan kötü şeyi kapma.ana babana ne gibi yardımlarda bulunmuşsan ihtiyarladığında kendin de öylelerini bekle.işsiz-güçsüzlük üzücü bir şeydir.kendine hakim olmama zararlı bir şeydir.acımaktan çok kıskanıl.ölçülü ol.
lesbos-lu pittakos diyor ki : soylu olmak güçtür.uygun zamanı kolla.yapmak istediğini söyleme ; başaramaz isen gülerler.başkasında hoş görmediğini kendin yapma9.bahtsızları ayıplama;çünkü tanrıların öfkesine uğramışlardır.karaya güvenilir,denize güvenilmez.kazanç doymak-bilmez.sana uyanı kazan10.af öç almadan daha güçlüdür11.
priene-li bias diyor ki : insanların çoğu kötüdür.işe yavaş giriş,başladığına da sıkı sıkı sarıl.yanılmamak için çabuk konuşmaktan nefret et;ardından pişmanlık gelir.yaptığını düşün.çok dinle,yerinde konuş.ikna ederek al,zorlayarak değil.iyi bir şey yapmışsan tanrılardan bil,kendinden değil.
korinthos-lu periandros diyor ki : bütünü düşün.dinginlik güzel bir şeydir13.atılganlık aldatıcı şeydir.kazanç çirkin bir şey.bahtlılıkla ölçülü ol,bahtsızlıkla düşünceli.ana-baba layık olduğunu göster.dostlarına karşı bahtlılıklarında nasılsan bahtsızlıklarında da öyle kal.yasaların eski,yemeğin taze olsun14.
(fragmente der vorsokratiker I 10)
6-yedi bilgeler arasında solon,daha sonra lesbos halkının güdücüsü pittakos,politika adamı bias,korinthos hükümdarı periandros gibi büyük devlet adamlarının da bulunması dikkate değer;bu sağlam eski devirde kendini topluluğun hizmetine verme ''bilge kişinin'' ilk hedefidir.
7-rhodos adasındaki bir kentin adı.
8-bu söz delphoi-daki apollon tapınağının gireğinde yazılı bulunuyordu;platon-un söylediği üzere anlamı şuydu : '' sadece bir insan olduğunu bil ''.
9-her ethik-in temeli.
10-anlamı : sana varlığına uygun olanı elde etmeye çalış.
11-bir kimseyi affeden onun üstüne yükselir ; ondan öç alan onun seviyesine iner.
13-bu içginlik klasik hellen sanatının eserlerinde bulunuyor.
14-yarı alaylı söylenmiş.
lindos'lu7 kleobulos diyor ki : ölçü en iyi şey.babayı saymak gerek.dinlemeyi sevmeli.gevezeli değil.turdaşlara en iyiyi öğütleri vermeli.hazza hükmetmeli.zorla hiç bir şey yapmamalı.çocukları eğitmeli.halka karşı olana düşman gözü ile bakmalı.kişi dengi ile evlenmeli;daha yükseği efendi olur,akraban değil.
atina-lı solon diyor ki : hiç bir şeyde aşırı olma.keder doğuran haz-dan kaç.çabuk dost edinme,edindiklerini de çabuk gözünden düşürme.hükmedilmeyi öğrenerek hükmetmeyi bileceksin.yurtdaşlara en hoşa gideni değil en iyiyi sağlık ver.görünmeyenleri görünenlerden çıkar.
ısparta-lı khilon diyor ki : kendini bil8.dostların ziyafetlerine yavaş git,felaketlerine koşa koşa.düğünleri sade yap.ölmüşleri bahtlı diye öv.kendinden yaşlıyı say.tutkuya hakim ol.yasalara uy.haksızlığa uğrarsan barış.hakarete uğrarsan öç al.
milet-li tales diyor ki : kefaletin yoldaşı felaket.kötü yoldan zengin olma.babadan kötü şeyi kapma.ana babana ne gibi yardımlarda bulunmuşsan ihtiyarladığında kendin de öylelerini bekle.işsiz-güçsüzlük üzücü bir şeydir.kendine hakim olmama zararlı bir şeydir.acımaktan çok kıskanıl.ölçülü ol.
lesbos-lu pittakos diyor ki : soylu olmak güçtür.uygun zamanı kolla.yapmak istediğini söyleme ; başaramaz isen gülerler.başkasında hoş görmediğini kendin yapma9.bahtsızları ayıplama;çünkü tanrıların öfkesine uğramışlardır.karaya güvenilir,denize güvenilmez.kazanç doymak-bilmez.sana uyanı kazan10.af öç almadan daha güçlüdür11.
priene-li bias diyor ki : insanların çoğu kötüdür.işe yavaş giriş,başladığına da sıkı sıkı sarıl.yanılmamak için çabuk konuşmaktan nefret et;ardından pişmanlık gelir.yaptığını düşün.çok dinle,yerinde konuş.ikna ederek al,zorlayarak değil.iyi bir şey yapmışsan tanrılardan bil,kendinden değil.
korinthos-lu periandros diyor ki : bütünü düşün.dinginlik güzel bir şeydir13.atılganlık aldatıcı şeydir.kazanç çirkin bir şey.bahtlılıkla ölçülü ol,bahtsızlıkla düşünceli.ana-baba layık olduğunu göster.dostlarına karşı bahtlılıklarında nasılsan bahtsızlıklarında da öyle kal.yasaların eski,yemeğin taze olsun14.
(fragmente der vorsokratiker I 10)
6-yedi bilgeler arasında solon,daha sonra lesbos halkının güdücüsü pittakos,politika adamı bias,korinthos hükümdarı periandros gibi büyük devlet adamlarının da bulunması dikkate değer;bu sağlam eski devirde kendini topluluğun hizmetine verme ''bilge kişinin'' ilk hedefidir.
7-rhodos adasındaki bir kentin adı.
8-bu söz delphoi-daki apollon tapınağının gireğinde yazılı bulunuyordu;platon-un söylediği üzere anlamı şuydu : '' sadece bir insan olduğunu bil ''.
9-her ethik-in temeli.
10-anlamı : sana varlığına uygun olanı elde etmeye çalış.
11-bir kimseyi affeden onun üstüne yükselir ; ondan öç alan onun seviyesine iner.
13-bu içginlik klasik hellen sanatının eserlerinde bulunuyor.
14-yarı alaylı söylenmiş.
Antik Dönem Eski Yunanistan
Yunanlılar kendilerini «sitelerde yaşayan insanlar» olarak betimlerler ve Aristoteles,
insanı «politik bir hayvan» olarak tanımlayarak bir tarihi özelliği
genelleştirir. Site veya polis, aslında çok özel bir devlet biçimidir.
Site, her şeyden önce onu oluşturan yurttaşların topluluğudur, kültlerle
birbirine kenetlenmiş, kendine özgü yasalarla yönetilen ve
topraklarında (Sparta 8 400 km Atina 2 650 km Korintos 880 km ve bazen
daha az) egemen bir topluluktur. Tarım alanlarıyla (hora) şehir
merkezleri (astı) arasında sıkı bağlar söz konusudur.
Bu arada, Tesalya ve Makedonya gibi Kuzey bölgelerinde, Batı’daki (Lokris, Etolia, Akarnania) ve Peloponnesos’taki dağlarda çok eski ekonomi ve toplum biçimleri uzun süre dayanır. Ama etno-devletin (feodal yapıya çok yakın olan bu topluluk biçimine bu ad verilmiştir) tarihte, Helenistik çağdan önce önemli bir rolü olmamıştır ve V. yy’da yaşayan «ekmek yiyen» Yunanlılar, «palamut yiyen» bu halkları yarı barbar kabul etmişlerdir.
Bu arada, Tesalya ve Makedonya gibi Kuzey bölgelerinde, Batı’daki (Lokris, Etolia, Akarnania) ve Peloponnesos’taki dağlarda çok eski ekonomi ve toplum biçimleri uzun süre dayanır. Ama etno-devletin (feodal yapıya çok yakın olan bu topluluk biçimine bu ad verilmiştir) tarihte, Helenistik çağdan önce önemli bir rolü olmamıştır ve V. yy’da yaşayan «ekmek yiyen» Yunanlılar, «palamut yiyen» bu halkları yarı barbar kabul etmişlerdir.
En eski polis, ortak bir kaleden yararlanabilecek biçimde bir birlerine yakın köyler topluluğunun birleşmesinden (sinokismos) doğar. Topluluğun yapılanma süreci içine din olgusu girer: 900-800 arasında Yunanistan’ın gelecekteki büyük din merkezlerine bağış ve armağanlar yağmaya başlar: Samos, Perahora, Argos (Hera’ya adanmış), Eğriboz’da Eretria, Etolia’da Termon, Delos, Delfoi (Apollon’a adanmış), ayrıca Olimpos ve Dodone (Zeus’a adanmış) en eski ibadet yerleridir. Bu ortak kültlerin gelişmesini topluluk düşüncesinin geliştiğine en iyi kanıtıdır.
Yunan geleneğinde sitelerin normal işlerliğinin başlangıcı olarak ilk Olimpiyat Oyunları’nın tarihi (776) verilir. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, çekirdek olarak site işlevlerini içlerinde barındıran bu devletler, VIII. yy’ın ilk yarısında örgütlenmiştir.
Aynı dönemde, Yunanlıların Fenikelilerden öğrendikleri alfabe yazısı,
sitedeki “bellek işlevleri”ni kökten değiştirir. Yazı devletin
oluşumuyla birlikte giderek bu oluşumu kolaylaştırır, kurumların
gelişmesini sağlar. Elimizdeki en eski buyruk metinlerinden biri (VII.
yy’dan kalma) Girit’te Dreros’ta bulunmuştur; bu metinde daha o tarihte
«site karar verdi» ibaresi yer almaktadır. Tarihin daha da belirgin
kıldığı, çeşitli durumların ötesinde Yunan sitesi, başlangıçtan itibaren
kendine özgü özelliklere sahiptir: siyaset faktörünün önemi, yurttaşlar
arasında sorumluluğun paylaşılması, devletin yasama ve yürütme
mercilerinde az çok eşit konum, yani sitenin görev ve onur mevkilerine
geçişte eşitlik.
Axis 2000
Kral
Dionysios, Platon'a, İran işi, uzun, damalı ve kokulu bir elbisehediye
etmiş. Platon: Ben erkeğim; kadın elbisesi giymek istemem, diyerek
almamış; ama Aristippos almış ve demiş ki: İnsan ne giyerse giysin,
erkekse yine de erkektir... Yine Dionysios Aristippos'un yüzüne
tükürmüş: Aristippos aldırmamış. Dostları bu küçüklüğünü yüzüne vurduğu
zaman, onlara: Ne olur? demiş, balıkçılar da ufacık bir balık tutmak için tepeden tırnağa deniz suyu ile ıslanmaya pekala katlanıyorlar.
Diogenes lahanalarını yıkarken, yanından geçen Aristippos'a: «Lahana ile yaşamasını bilseydin, bir zalime dalkavukluk etmezdin» demiş, o da ona: «İnsanlar arasında yaşamayı bilseydin, böyle lahana yıkamazdın, diye cevap vermiş. Bakın akıl ayrı ayrı görüşleri insana nasıl kabul ettiriyor. İki kulplu bir çömlek, ister sağından tut, ister solundan.
Montaigne - Denemeler ( Hazlar ) - Image: Raphael
Diogenes lahanalarını yıkarken, yanından geçen Aristippos'a: «Lahana ile yaşamasını bilseydin, bir zalime dalkavukluk etmezdin» demiş, o da ona: «İnsanlar arasında yaşamayı bilseydin, böyle lahana yıkamazdın, diye cevap vermiş. Bakın akıl ayrı ayrı görüşleri insana nasıl kabul ettiriyor. İki kulplu bir çömlek, ister sağından tut, ister solundan.
Montaigne - Denemeler ( Hazlar ) - Image: Raphael
İyinin ve kötünün yaratıcısı olmak isteyen;
sahiden, önce bir yok edici olmalıdır
ve değerleri paramparça etmelidir.
(Nietzsche)
Eğer oy hakkı bir şeyleri değiştirebilecek olsaydı,
o hak da verilmezdi.
Voltaire'in sözünü tersine çevirerek diyorum ki,
eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmek gerekir.
En başta, ilâhiyatın ilâhî zorbalığına,
Tanrı'nın hayaline başkaldırmak gerekir.
Gökyüzünde bir efendimiz bulunduğu sürece
yeryüzünde kölelikten kurtulamayız.
Olumlular, olumlu kaldıkça, ben olumsuzum.
Yok etme tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.
Devler devliklerini ancak suç işleyerek sürdürebilir,
zayıflar ise devlerin gözünde
"zayıflıkları ölçüsünde" erdemli kabul edilirler.
(Mikhail Bakunin)
"….’en büyük sayı’ saçmalığı,
en son biçimidir tarihin.
(...)
Demokrasi;
efendi ve köle'lerin
kan kardeşliği'dir.."
(İyi'nin ve Kötü'nün Ötesinde - Friedrich Nietzsche)
sahiden, önce bir yok edici olmalıdır
ve değerleri paramparça etmelidir.
(Nietzsche)
Eğer oy hakkı bir şeyleri değiştirebilecek olsaydı,
o hak da verilmezdi.
Voltaire'in sözünü tersine çevirerek diyorum ki,
eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmek gerekir.
En başta, ilâhiyatın ilâhî zorbalığına,
Tanrı'nın hayaline başkaldırmak gerekir.
Gökyüzünde bir efendimiz bulunduğu sürece
yeryüzünde kölelikten kurtulamayız.
Olumlular, olumlu kaldıkça, ben olumsuzum.
Yok etme tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.
Devler devliklerini ancak suç işleyerek sürdürebilir,
zayıflar ise devlerin gözünde
"zayıflıkları ölçüsünde" erdemli kabul edilirler.
(Mikhail Bakunin)
"….’en büyük sayı’ saçmalığı,
en son biçimidir tarihin.
(...)
Demokrasi;
efendi ve köle'lerin
kan kardeşliği'dir.."
(İyi'nin ve Kötü'nün Ötesinde - Friedrich Nietzsche)
''Televizyon gerçek değildir! Televizyon lanet
olası bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, karnavaldır, gezici
akrobatlar takımıdır, masalcılardır, dansçılardır, şarkıcılardır,
hokkabazlardır, aslan terbiyecileridir ve futbolculardır.Biz
eğlence dünyasındayız. Ama sizler, sabahtan akşama kadar, her yaştan,
her renkten, her dinden insan başına oturuyorsunuz. Bildiğiniz tek şey
bizleriz. Burada döndürdüğümüz ilizyonlara inanmaya başladınız ve
televizyondakilerin gerçek kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu
düşünmeye başladınız.
Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz. Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz. Onun gösterdiklerini yiyorsunuz. Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz!... hatta onun dediği gibi düşünüyorsunuz.
Perdenin arkasındaki adamların istediği en son şey, bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum. Bu yüzden ki düzmece bir yaşam, sürekli olarak din, medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor. İlginizi dağıtmak ve sizi her şeyden habersiz bırakmak istiyorlar. Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar.''
Zeitgeist.
Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz. Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz. Onun gösterdiklerini yiyorsunuz. Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz!... hatta onun dediği gibi düşünüyorsunuz.
Perdenin arkasındaki adamların istediği en son şey, bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum. Bu yüzden ki düzmece bir yaşam, sürekli olarak din, medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor. İlginizi dağıtmak ve sizi her şeyden habersiz bırakmak istiyorlar. Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar.''
Zeitgeist.
İÇİMİZDE HANGİSİNİ BESLİYORUZ ?
İçimizde hem kötülük hem de iyilik yapma istidatı var. Peki biz hangisini daha çok besliyoruz?
Yaşli Kizilderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boguşup duran iki köpeği izliyorlardı.Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşindaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı, iki iri köpekti bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekinin de oldugunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz oldugunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşli reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
`Onlar,` dedi, `benim için iki simgedir evlat.`
`Neyin simgesi?` diye sordu çocuk.
`Iyilik ile kötülügün simgesi. Aynen su gördügün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düsünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.`
Çocuk, sözün burasinda, mücadele varsa, kazanani da olmali diye düsündü ve her çocuga has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
`Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?`
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
Hangisi mi evlat? Tabiki ben hangisini daha iyi beslersem!
İçimizde hem kötülük hem de iyilik yapma istidatı var. Peki biz hangisini daha çok besliyoruz?
Yaşli Kizilderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boguşup duran iki köpeği izliyorlardı.Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşindaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı, iki iri köpekti bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekinin de oldugunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz oldugunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşli reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
`Onlar,` dedi, `benim için iki simgedir evlat.`
`Neyin simgesi?` diye sordu çocuk.
`Iyilik ile kötülügün simgesi. Aynen su gördügün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düsünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.`
Çocuk, sözün burasinda, mücadele varsa, kazanani da olmali diye düsündü ve her çocuga has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
`Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?`
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
Hangisi mi evlat? Tabiki ben hangisini daha iyi beslersem!
İlk ve öncelikli şey kendine karşı SEVECEN olmaktır.
Katı OLma; yumuşak OL. Kendine özen göster.
Kendini affetmeyi öğren. Yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden …
yetmiş yedi kere , yediyüz yetmiş yedi kere..
KENDiNi AFFETMEYi öğren. Sert OLma kendine karşı, affedici OL.
KENDİNE SEVGİ İLE YAKLAŞ. KENDİNİN EN İYİ DOSTU OL
OSHO
Katı OLma; yumuşak OL. Kendine özen göster.
Kendini affetmeyi öğren. Yeniden ve yeniden ve yeniden ve yeniden …
yetmiş yedi kere , yediyüz yetmiş yedi kere..
KENDiNi AFFETMEYi öğren. Sert OLma kendine karşı, affedici OL.
KENDİNE SEVGİ İLE YAKLAŞ. KENDİNİN EN İYİ DOSTU OL
OSHO
28 Aralık 2012 Cuma
Nar
Bir zamanlar, bir narın tam ortasında
yaşardım. Bir nar tanesinin içindeki çekirdek dedi ki: “Birgün ağaç
olacağım ve rüzgar dallarımda şarkı söyleyecek, gün ışığı yapraklarımda
dans edecek, mevsimler boyu güçlü ve güzel kalacağım”.
Ardından başka bir tanesi konuştu: “Senin kadar gençken, ben de öyle sanırdım. Ama artık boyumun ölçüsünü aldım, gördüm ki umutlar boşuna.”
Bir üçüncüsü dile geldi: “Bence içimizde öyle parlak gelecek vaad eden hiç bir şey yok.”
Dördüncüsü dedi ki: “Ama daha güzel bir gelecek yoksa hayat manasız bir şaka olur.”
Sonra beşinci: “Ne olacağımızı tartışmanın ne manası var? Ne olduğumuzu bilmiyoruz ki.”
Cevap altıncıdan geldi: “Ne olursak olalım, var olmaya devam edeceğiz.”
Yedinci konuştu: “Ne olacağımızı çok açık görebiliyorum. Ama sözlere dökemiyorum.”
Ardından sekizinci konuştu, sonra dokuzuncu, sonra onuncu, derken hepsi birden- sonra gürültüden hiç bir şey duyulmaz oldu.
İşte o gün bir ayvanın ortasına taşındım, orada çok az çekirdek vardı, hem de suskundu hepsi.
Nar-Halil Cibran
Ardından başka bir tanesi konuştu: “Senin kadar gençken, ben de öyle sanırdım. Ama artık boyumun ölçüsünü aldım, gördüm ki umutlar boşuna.”
Bir üçüncüsü dile geldi: “Bence içimizde öyle parlak gelecek vaad eden hiç bir şey yok.”
Dördüncüsü dedi ki: “Ama daha güzel bir gelecek yoksa hayat manasız bir şaka olur.”
Sonra beşinci: “Ne olacağımızı tartışmanın ne manası var? Ne olduğumuzu bilmiyoruz ki.”
Cevap altıncıdan geldi: “Ne olursak olalım, var olmaya devam edeceğiz.”
Yedinci konuştu: “Ne olacağımızı çok açık görebiliyorum. Ama sözlere dökemiyorum.”
Ardından sekizinci konuştu, sonra dokuzuncu, sonra onuncu, derken hepsi birden- sonra gürültüden hiç bir şey duyulmaz oldu.
İşte o gün bir ayvanın ortasına taşındım, orada çok az çekirdek vardı, hem de suskundu hepsi.
Nar-Halil Cibran
''Mutluluk öğretmeni Epikuros, insan
gereksinimlerini doğru ve güzel bir biçimde üç sınıfa ayırdı. Birinciler
doğal ve zorunlu olanlardır: Bunlar, karşılanmadıklarında acı çekmeye
neden olurlar. O halde bu sınıfa salt victus et amictus (beslenme
ve giyinme) girer. Bu gereksinimleri karşılamak kolaydır. İkinciler ise
doğal ama zorunlu olmayanlardır: Bu da cinsel doyum gereksinimidir; bu
gereksinimi doyurmak daha zordur. Üçüncüler, ne doğal ne de zorunlu
olanlardır: Bunlar lüks, zenginlik, şatafat ve gösteriş
gereksinimleridir; sonsuzdurlar ve karşılanmaları çok zordur.''
Arthur Schopenhauer - Çıkar İlişkileri
Arthur Schopenhauer - Çıkar İlişkileri
"Sıradan insan hayatının mutluluğunu kendi
dışındaki şeylere, mala mülke, şana şöhrete, kadın ve çocuklara,
dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar, dolayısıyla bunları kaybettiği,
yahut hayal kırıklığına uğratıcı bulduğu zaman, mutluluğunun
temeli çöker." Buna karşılık bir "deha" için "kendisiyle, kendi
düşünceleri ve eserleriyle fasılasız inkıtasız meşguliyet böyle bir
insan için acil bir zorunluluk konusudur; yalnızlık hoş, serbest zaman
en yüksek iyi ve sair her şey lüzumsuz, hayır hatta bir yüktür... Çekim
merkezinin tamamen kendisinde olduğunu söyleyebileceğimiz tek insan tipi
budur..."
Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine
Arthur Schopenhauer
Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine
Arthur Schopenhauer
3. Dalga Deneyi
Milgram
Deneyi’yle benzer özellikler taşıyan bu deney, California, Palo Alto’da
bulunan Cubberley Lisesi’nde, tarih dersi kapsamında
gerçekleştirilmiştir. “Nazi Almanyası” konusu kapsamında
gerçekleştirilen uygulamanın amacı demokratik toplumların dahi faşizme
meyilli olduklarını anlatmayı amaçlamış, ve aslında deneyin sahibi,
tarih öğretmeni Ron Jones bir bakıma bunu kanıtlamıştır da.
Jones ilk gün bir kaç basit kural getirmiştir: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu “Bay Jones” diye bitireceklerdir.
İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştır. Onlara “Üçüncü Dalga” adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırmıştır. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir.
Öğrenciler bu kurala istisnasız uymuşlardır.
Tarih öğretmeni Jones’un talimatıyla üçüncü günden itibaren “Üçüncü Dalga” üyeleri birbirlerini nazi selamı ile selamlamaya başlamışlardır.
Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaymıştır. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43′e yükselmiştir. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başlamış, katılımlarında artış olmuştur. Ron Jones’un konuyla ilgili kendisinin kaleme almış olduğu makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler “İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini” beyan etmişler ve hatta “Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?” şeklinde sitem etmişlerdir .
Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaşmışlardır ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmamışlardır. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200′ü bulmuştur. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle jurnallemeye başlamışlardır.
Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurmuştur ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yapmıştır. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıklamış, bunun Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtmiş, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğrulamıştır.
Çocukların olayı velilerine söylemesinden sonra gerçekleşenler ilginçtir: Bir haham (konu Nazi Almanyası olduğunda yahudi olan ABD vatandaşları daha hassastırlar) velilerin kaygılarını iletmek için Jones’u aramışlardır.
Jones amacını anlattıktan sonra haham velilerin kaygılarını giderme sözü vermiş hatta deneyin bir parçası olmuştur.
En nihayetinde deney sonlanmış ve deneyin okul yönetimince duyulmasından sonra Jones çalıştığı okuldan kovulmuştur ama kovulma gerekçesinin bu deney olduğu resmi olarak belirtilmemiştir.
Ron Jones’un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı “Die Welle” adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır.
Jones ilk gün bir kaç basit kural getirmiştir: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu “Bay Jones” diye bitireceklerdir.
İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştır. Onlara “Üçüncü Dalga” adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırmıştır. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir.
Öğrenciler bu kurala istisnasız uymuşlardır.
Tarih öğretmeni Jones’un talimatıyla üçüncü günden itibaren “Üçüncü Dalga” üyeleri birbirlerini nazi selamı ile selamlamaya başlamışlardır.
Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaymıştır. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43′e yükselmiştir. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başlamış, katılımlarında artış olmuştur. Ron Jones’un konuyla ilgili kendisinin kaleme almış olduğu makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler “İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini” beyan etmişler ve hatta “Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?” şeklinde sitem etmişlerdir .
Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaşmışlardır ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmamışlardır. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200′ü bulmuştur. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle jurnallemeye başlamışlardır.
Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurmuştur ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yapmıştır. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıklamış, bunun Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtmiş, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğrulamıştır.
Çocukların olayı velilerine söylemesinden sonra gerçekleşenler ilginçtir: Bir haham (konu Nazi Almanyası olduğunda yahudi olan ABD vatandaşları daha hassastırlar) velilerin kaygılarını iletmek için Jones’u aramışlardır.
Jones amacını anlattıktan sonra haham velilerin kaygılarını giderme sözü vermiş hatta deneyin bir parçası olmuştur.
En nihayetinde deney sonlanmış ve deneyin okul yönetimince duyulmasından sonra Jones çalıştığı okuldan kovulmuştur ama kovulma gerekçesinin bu deney olduğu resmi olarak belirtilmemiştir.
Ron Jones’un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı “Die Welle” adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır.
“Unutmam”
demiştin. “Bi başkası mı? Hayır, öyle bir şey asla olmayacak” demiştin.
“Nasıl seviyorum var ya, bi’ bilsen” demiştin. O dediğinden sonra ne
dediğini hatırlıyor musun? Bağırmıştın. Etraftakiler görür de gülerler
diye utanmıştık. Sonra o anki halimize gülmüştük. Sevgililer beraber
sevişebilir, öpüşülebilir, konuşulabilir ama orda beraber
utanılabileceğini de anlamıştım. Durmadan seviniyordum. Seni
dinlemediğimi zannettiğinde elimi tutmuştun. Ertesi gün çok uyuduğumda
kızmıştın. Çok sinirlenmiştin. Öpmüştüm. Öpmüştün. Ne güzeldi. O şarkıyı
acaba hiç duyuyor musun? “Seviyorum” demiştin. “Bu sefer farklı, hem de
çok farklı” demiştin. “Bitmeyecek ki” demiştin. “Yapamam ki” demiştin.
“Unutamam ki” demiştin. Konuşuyordun, anlatıyordun, hep söylüyordun.
Sana inanıyordum be, valla sana inanıyordum. Başkalarının bizi
kıskanmasına neden oluyordun. Hoşuna gidiyordu. Devam ediyordun ve
durmuyordun. Sevmediğim şeyleri bana sevdirmeye çalışıyordun, bamya
gibi. Sonra, bitiyordu. Nedensiz bitiş olur mu? “Bak oluyormuş”
diyordum. Gidiyordun. “Başka bir yere gitmem ben” dediğin gün gitmiştin.
“Döner” demiştim. Onlar bana “Dönmez” demişlerdi. “Görürsünüz” diyerek
bardağı kırmıştım. İki hafta sonra; “Dönmüyor bak” demiştim. Kıştı.
Senden o gece nefret etmiştim. Hem nefret ettiğim hem sevdiğim biri
vardı ve ikisi de aynı kişiydi. Nasıl oluyordu? Sonra dışardayken
“Biliyor musun beni unutmuş” demiştim. Üzülememiştim. Hatta gülmüştüm.
Artık üzülemiyordum. Birine; “Unuttum” demiştin, duymuştum. Bitsin
istemiştim. Hiç hatırlamamak istemiştim. Kolay zannetmiştim. Çünkü insan
unutunca değil hatırlamayınca bitiriyordu. İnsan sence birini ne kadar
zamanda unutabilir? Sen düşünmüyordun. Mesela ben, düşünmemek için müzik
dinlemiyordum. İşlerin ters gittiğini anlamıştım ama çaktırmayacaktım.
Hayatım değişiyordu, sen değişiyordun. Çünkü sen “bırakmam ki” demiştin.
Çünkü sen öyle konuşuyordun ki, sağır olsam bile dediklerine inanırdım.
Şarkı çalıyordu. Tekrarlayıp duruyordun, “sakın” diyordun; “Sakın öyle
düşünme çünkü öyle bir şey olmayacak”. Sonra ekliyordun, “izin
vermeyeceğim.” diyordun. Ne güzel konuşuyordun, ne güzel dinliyordum, ne
güzel anlatıyordun. Ne güzel yalan söylüyordun. Masallarda hiç
kahramanlar terk eder mi? Bir yalan insanın hayatını ne kadar çok
değiştirebilir ki? “İnsan yaşayarak öğrenir” demiştin. “İnsan yaşayarak
büyür” demiştim. Büyümek istemiştin. “Yoruldum” demiştim. İlk “Seni
anlıyorum” demiştin. Sonra da; “Gerçekten anladım” diye eklemiştin.
Derken ertesi gün “Bana böyle kötü şeylerden bahsetme” demiştin. Ama
bak, hala anlamıyorsun; ben kötü şeyleri unutamıyorum ki.
serbay çolakoğlu
SEVGİ ÖZGÜRLÜKTÜR
Asla
yanlış bir şeyi sevme çünkü o, seni dönüştürecektir. Hiçbir şey sevgi
kadar dönüştürücü değildir. Seni yükseltecek, yüksek seviyelere
çıkaracak şeyi sev. Kendinin ötesindeki bir şeyi sev. Dinin tüm gayreti
budur: Sana Tanrı gibi bir sevgi objesi verir, böylece düşmene olanak
kalmaz. Kişi yükselmelidir. Bir tür 'ben,' 'ben-o' olarak var olur.
Diğer tür 'ben,' 'ben-sen' olarak var olur. Bir kişiyi sevdiğinde diğer
tür bir 'ben' sende ortaya çıkar: 'ben-sen.' Birisini seversin, o kişi
olursun. İyi ama ya öz sevgi? 'O' yoktur ve 'sen' yoktur. 'Ben'
kaybolur. Çünkü 'ben' sadece iki bağlamda var olabilir: 'o' ve 'sen.'
'Ben' figürdür, 'o' ve 'sen' alan olarak iş görür. Alan kaybolduğunda
'ben' kaybolur. 'Sen' tek başına kaldığında, sen varsın ama bir 'ben'in
yoktur, herhangi bir 'ben' hissetmezsin. Sen basitçe derin bir
/oluşsun./ Normalde biz "ben varım" deriz. Bu haldeyken, kendini
derinlemesine seviyorken 'ben' kaybolur. Sadece
'varım' kalır. Saf varoluş, saf varlık kalır. O seni muazzam bir
saadetle dolduracaktır. O seni bir kutlamaya, bir sevince
dönüştürecektir. Onlar arasında ayrım yapmak sorun olmayacaktır. Eğer
sen giderek daha çok mutsuz oluyorsan, o zaman sen bir kendini
beğenmişlik yoluna kapılmışsındır. Eğer sen giderek daha çok sakin,
sessiz, mutlu, bir arada olursan, o zaman sen başka bir yolculuğa
çıkmışsındır: öz sevgi yolculuğuna. Eğer sen ego yolculuğundaysan
başkalarına karşı tahripkâr hale geleceksin çünkü ego 'sen'i yok etmeye
çalışır. Eğer öz sevgiye doğru yol alırsan ego kaybolacaktır. Ve ego
kaybolduğunda diğerine kendisi olması için izin verirsin; bütünüyle
özgürlük tanırsın. Eğer herhangi bir egon yoksa, sevdiğin diğer kişiye
bir hapishane yaratamazsın, bir kafes yaratamazsın. Diğerine yüksek
cennetlerde bir kartal olması için izin verirsin. Diğerine kendisi
olması için izin veriyorsun; bütünüyle özgürlük tanırsın. Sevgi tam
özgürlük verir, sevgi özgürlüktür. Senin için özgürlük, sevginin nesnesi
için özgürlük. Ego esarettir. Senin için esaret ve kurbanın için
esaret.
OSHO
Masaya
oturalı ve yanaklarıma yanaklarını değdirerek beni yabancı birisi gibi
öpeli kırk beş dakika olmuştu. Bir devreye dört gol sığdırmıştı yirmi
iki kişi, başımızın hemen üzerindeki televizyonda oynanan maçta ancak
biz iki kişi hepi topu on kelime dahi etmemiştik. Senkronize susuyorduk.
Kaşıkla bir yandan daireler çizerken masanın üzerinde, bir yandan da
soğuyan çayını içmeye devam ediyordu inatla. Kafasını kurcalayan bir
mevzu vardı apaçık. Çünkü çay soğukken bir boka benzemezdi. Hiç
çalışmadığı, ertesi günkü sınavı için "Ne bok yiyeceğim lan ben?"
düşünceli öğrenci kıvamındaydı yüzü, ancak öğrencilik sekiz sene
öncesinde kalmış, otuz yaşında koskoca kadındı karşımdaki. "İyi misin?"
dedim, sadece sustu. Ben de sustum sonra. Beş dakika sonra "Ben
yapamıyorum." dedi. Ölümünü bekleyen kanserli bir hasta gibi bu mutlak
sonu bekliyordum aylardır. Sonunda iki kelimeyle dört senenin ipini
çekmişti. Aynı soğukkanlılıkla "Peki." dedim ben de. Çünkü erkek dediğin
ağlamamalıydı bir kadının karşısında. Erkek dediğin son noktayı
koymalıydı ama onu bildim bileli o hep erkek gibi bir kadındı. "Neden
diye sormayacak mısın?" dedi, "Hayır, gerek yok." dedim. "Senin için
çoktan bitmiş demek ki!" dedi, "Siktir lan!" diyemedim, sustum. İçime
doldu bütün küfürler, sustum ve kendi kendimi zehirledim. Bardakta kalan
son yudumu da götürdü dudaklarına, ayağa kalktı ve elini uzattı. "Hoşça
kal" dedi. Teşekkür ettim ve usulca gidişini seyrettim. Sonra ne mi
oldu? Bir çay daha söyledim kendime sonra aynı bardağa iki sigara eşlik
etti. Erkek adam ağlamazdı hani, ortada erkeklik yapacak bir durumda
yoktu artık. Ağladım...
Oğuz Bal
'' Mahalle Mektebi uzak... Kış, soğuk, kar... Paltom yok...
Üşüyorum, ellerim donuyor.
Annem haki renkli kalın bezden bir çanta dikti bana.
Kitabımı, defterimi çantama koyuyorum.
Soğukta elim üşüdüğünden çantayı tutamazdım, kolumun altına
sıkıştırırdım; soğuktan korunmak için elimi de çantanın altına alırdım.
Okul dönüşü eve gelince ellerim sızım sızım sızlar... Bir akşam, eve geldim yine, annem: "Çantan nerde?" dedi.
Eğilip kolumun altına baktım, çanta yok... Yolda, soğuktan elim
uyuşmuş, parmaklarım duyarlığını yitirmiş, çantanın düştüğünden haberim
bile olmamış. Dönüp baktım, aradım geçtiğim yolları; çanta yok...
Babam bu olayı, sonraları çok başka türlü anlatırdı: "Yepyeni bir çanta
almıştım... çok pahalı bir çanta... Çok güzel bir çanta... Sağlam
çanta... Üç gözü vardı çantanın... Hem de kilidi vardı çantanın... O
güzelim çantayı taşıdığı ilk gün yolda düşürmemiş mi elleri üşüyüp de...
Vah benim oğlum... 'Çantan nerde?' diye sorup da kolunun altında
göremeyince çantayı, başladı ağlamaya... 'Ağlama oğlum, ben sana daha
iyisini alırım' dedim. Daha güzel bir çanta aldım...“
Babam
böyle anlatırdı; anlata anlata, bu anlattıklarına iyice inanmıştı.
Babam, içinden geçenleri, dileğini anlatıyordu. Dileğini olmuş sanıp,
inanarak anlatıyordu. Hiç bir zaman: Baba öyle değildi diyemedim.
O, gülerek anlatırdı, ben de gülerek dinlerdim.
Çoğumuz kendi suçumuzmuş gibi yoksulluğumuzdan utanırız. Ben de
yıllarca yoksulluk ayıbımdan utandım, taa yazar olana dek... Çoğunluğun
yoksul olduğu ülkede, yoksulluğun değil, varlıklılığın daha utanılası
olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.''
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez / Aziz Nesin
27 Aralık 2012 Perşembe
Alkol
bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak
tabii ki. Evet… Bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. İşte…
İyi anlaşırız ben ve alkol. Çoğu insan için yıkıcıdır. Ben onlardan biri
değilim. En yaratıcı yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. Kadınlarla bile,
ben biraz çekingenimdir sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel
olarak daha özgür olma olanağı tanımıştır. Alkol özgürlüktür benim için,
çünkü ben esas olarak içine kapanık, mahcup biriyim, oysa alkol bana
bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay ve mekanda uzun adımlarla
yürüme fırsatı tanır.Bu yüzden seviyorum.Evet.
-Charles Bukowski
"-Hani bazen insan birini yanında tutmayı bilmez, ama onun yokluğunu da istemez.
-Kaybetmeyi göze alamaz,
ama kazanmak için mücadele etmez.
-Bağlanmaya cesaret edemez,
…ama ondan tamamen kopmayı da beceremez.
-Ne sevilmekten vazgeçer, ne sevmeyi bilir..
Hani çok sonra zaman geçer de kaybeder ya,
İşte o zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine:
"-Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim.."
* Can Dündar
-Kaybetmeyi göze alamaz,
ama kazanmak için mücadele etmez.
-Bağlanmaya cesaret edemez,
…ama ondan tamamen kopmayı da beceremez.
-Ne sevilmekten vazgeçer, ne sevmeyi bilir..
Hani çok sonra zaman geçer de kaybeder ya,
İşte o zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine:
"-Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim.."
* Can Dündar
Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy.
Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.
Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun.
Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.
Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa.
Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır.
İblisin adı da, alzheimer’dır.
Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.
Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık,
yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa.
Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.
Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin.
Bozuksa düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.
Vicdan azabından uzak durun.
Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın,
ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.
Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.
Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.
Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun.
Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.
Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa.
Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır.
İblisin adı da, alzheimer’dır.
Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.
Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık,
yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa.
Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.
Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin.
Bozuksa düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.
Vicdan azabından uzak durun.
Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın,
ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.
Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.
Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
Neyzen Tevfik
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
Biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi.
Ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir,
Çiçekler açacaktır,
Rüzgâr esecektir.
Ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur.
Olması gereken kendiliğinden olur.
İzlemene devam et, şahitlik güzeldir.
Hem olayın dışındasındır hem de içinde.
O bir dengedir,
O anlamlıdır,
Şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş.
Güzellik olanların içinden filizlenecektir;
Zorlamaya gerek yoktur.
Olması gereken kendiliğinden olur!
"Hayat üç buçukla dört arasındadır.
Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın."
* Neyzen Tevfik
Biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi.
Ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir,
Çiçekler açacaktır,
Rüzgâr esecektir.
Ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur.
Olması gereken kendiliğinden olur.
İzlemene devam et, şahitlik güzeldir.
Hem olayın dışındasındır hem de içinde.
O bir dengedir,
O anlamlıdır,
Şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş.
Güzellik olanların içinden filizlenecektir;
Zorlamaya gerek yoktur.
Olması gereken kendiliğinden olur!
"Hayat üç buçukla dört arasındadır.
Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın."
* Neyzen Tevfik
'Arno Vadisi' (Da Vinci)
Bir Tablo ve Onun Anlattıkları:
Leonardo da Vinci’nin bilinen ilk resmi 5 Ağustos 1472
tarihli "Arno Vadisi" resmidir. Leonardo’nun dehasını yansıtan bu
resimde derinlik arttıkça detaylar azalır, kağıdın rengi resme hâkim
olur. Bu teknik daha sonra yokoluş perspektifi olarak adlandırılmıştır.
Leonardo da Vinci’nin bilinen ilk resmi 5 Ağustos 1472
tarihli "Arno Vadisi" resmidir. Leonardo’nun dehasını yansıtan bu
resimde derinlik arttıkça detaylar azalır, kağıdın rengi resme hâkim
olur. Bu teknik daha sonra yokoluş perspektifi olarak adlandırılmıştır.
Düşündüren Hikaye .. !!
Bir sabah
Küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş: "Bugün çiçek resmi çizeceğiz!" Küçük çocuk çok sevinmiş. Resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resim yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler. . . Trenler, tekneler. . . Mum boyalarını çıkarmış Ve başlamış çizmeye. Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni,
"Çiçek resmi yapacağız!"
Küçük çocuk sevinmiş.
Çiçek resmi yapmayı çok severmiş.
Güzel çiçekler yapmaya başlamış.
Pembe, portakal rengi ve mavi;
Rengârenk çiçekler. . .
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim!" demiş.
Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş.
Sapı yeşil, kendi kırmızıymış.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş.
Küçük çocuk öğretmenin çizdiği çiçeğe bakmış,
Sonra da kendi çiçeğine. . .
Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş,
Ama bunu söylememiş.
Kâğıdın öteki yüzünü çevirmiş
Ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş;
Yeşil saplı, kırmızı renkli bir çiçek. . .
Başka bir gün küçük çocuk
Kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında
Öğretmeni "Bugün hamur çalışacağız!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Hamurla oynamayı çok severmiş.
Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş:
Yılanlar, kardan adamlar. . .
Filler, kediler. . .
Arabalar, kamyonetler. . .
Hamurunu yoğurmaya başlamış.
Ama öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni, 'Tabak yapacağız!"
Küçük çocuk çok sevinmiş,
Tabak yapmayı çok severmiş.
Çeşitli boylarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış.
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim!" demiş.
Herkese derin bir tabak nasıl yapılır, göstermiş.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş öğretmeni.
Küçük çocuk bir öğretmeninin yaptığı tabağa bakmış,
Bir de kendi yaptığına. . .
Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş.
Ama bunu kimseye söylememiş.
Hamurunu tekrar top haline getirmiş
Ve öğretmeninkine benzeyen bir tabak yapmış.
Bu derin bir tabakmış.
Nihayet küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş,
İzlemeyi de.
Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da.
Çok geçmeden kendine has şeyler yapamaz olmuş.
Daha sonra küçük çocuk ve ailesi
Başka bir şehirde
Yeni bir eve taşınmışlar.
Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış.
Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş.
Ve dışarıdan içeriye açılan bir kapısı yokmuş.
Büyük basamaklardan çıkmak.
Sınıfına ulaşmak için uzun bir koridordan geçmek zorundaymış.
Daha ilk gün,
Öğretmeni "Bugün resim çizeceğiz!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Öğretmeninin komut vermesini beklemiş.
Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş.
Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş.
Küçük çocuğun yanına gelince,
"Resim çizmek istemiyor musun?" diye sormuş.
"İstiyorum!" demiş küçük çocuk, "Ne çizeceğiz?"
Öğretmeni "Buna sen karar vereceksin!" demiş.
"Nasıl çizeceğim?" diye sormuş küçük çocuk.
"Nasıl istersen öyle!" demiş öğretmeni.
"Hangi renkle boyayacağız?" diye sormuş küçük çocuk.
"Hangi renkle istersen onunla!" demiş öğretmeni.
"Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa,
Kimin yaptığını nasıl anlayabilirim?" diye sormuş öğretmeni.
"Bilmiyorum!" demiş küçük çocuk.
Pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış.
Yeni okulunu çok sevmiş.
Ön kapıdan sınıfa girilen bir kapısı olmasa bile!
* Helen E. Buckley
Küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş: "Bugün çiçek resmi çizeceğiz!" Küçük çocuk çok sevinmiş. Resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resim yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler. . . Trenler, tekneler. . . Mum boyalarını çıkarmış Ve başlamış çizmeye. Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni,
"Çiçek resmi yapacağız!"
Küçük çocuk sevinmiş.
Çiçek resmi yapmayı çok severmiş.
Güzel çiçekler yapmaya başlamış.
Pembe, portakal rengi ve mavi;
Rengârenk çiçekler. . .
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim!" demiş.
Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş.
Sapı yeşil, kendi kırmızıymış.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş.
Küçük çocuk öğretmenin çizdiği çiçeğe bakmış,
Sonra da kendi çiçeğine. . .
Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş,
Ama bunu söylememiş.
Kâğıdın öteki yüzünü çevirmiş
Ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş;
Yeşil saplı, kırmızı renkli bir çiçek. . .
Başka bir gün küçük çocuk
Kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında
Öğretmeni "Bugün hamur çalışacağız!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Hamurla oynamayı çok severmiş.
Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş:
Yılanlar, kardan adamlar. . .
Filler, kediler. . .
Arabalar, kamyonetler. . .
Hamurunu yoğurmaya başlamış.
Ama öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni, 'Tabak yapacağız!"
Küçük çocuk çok sevinmiş,
Tabak yapmayı çok severmiş.
Çeşitli boylarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış.
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim!" demiş.
Herkese derin bir tabak nasıl yapılır, göstermiş.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş öğretmeni.
Küçük çocuk bir öğretmeninin yaptığı tabağa bakmış,
Bir de kendi yaptığına. . .
Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş.
Ama bunu kimseye söylememiş.
Hamurunu tekrar top haline getirmiş
Ve öğretmeninkine benzeyen bir tabak yapmış.
Bu derin bir tabakmış.
Nihayet küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş,
İzlemeyi de.
Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da.
Çok geçmeden kendine has şeyler yapamaz olmuş.
Daha sonra küçük çocuk ve ailesi
Başka bir şehirde
Yeni bir eve taşınmışlar.
Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış.
Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş.
Ve dışarıdan içeriye açılan bir kapısı yokmuş.
Büyük basamaklardan çıkmak.
Sınıfına ulaşmak için uzun bir koridordan geçmek zorundaymış.
Daha ilk gün,
Öğretmeni "Bugün resim çizeceğiz!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Öğretmeninin komut vermesini beklemiş.
Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş.
Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş.
Küçük çocuğun yanına gelince,
"Resim çizmek istemiyor musun?" diye sormuş.
"İstiyorum!" demiş küçük çocuk, "Ne çizeceğiz?"
Öğretmeni "Buna sen karar vereceksin!" demiş.
"Nasıl çizeceğim?" diye sormuş küçük çocuk.
"Nasıl istersen öyle!" demiş öğretmeni.
"Hangi renkle boyayacağız?" diye sormuş küçük çocuk.
"Hangi renkle istersen onunla!" demiş öğretmeni.
"Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa,
Kimin yaptığını nasıl anlayabilirim?" diye sormuş öğretmeni.
"Bilmiyorum!" demiş küçük çocuk.
Pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış.
Yeni okulunu çok sevmiş.
Ön kapıdan sınıfa girilen bir kapısı olmasa bile!
* Helen E. Buckley
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)